Fadime Yaren Durmuş

Bilgisayar Mühendisliği öğrencisi

Duyurular

Ciddiyetle Heyecan ve Coşku İçerisinde Yaşanabilir mi?

20 Eylül 2023

Bazen hayatın ciddiyetini boş vermeyi ve böylece biraz eğlenmeyi tavsiye ederler. Neden her şeyi ciddiye alıyorsun ki, sadece hadi biraz dalga geç… Peki ciddi olmak eğlenmemek anlamına mı gelir? Hayatı alaya alarak yaşarsan mı sadece hayatın tadını çıkarabilirsin? Bu konuya birkaç açıdan yaklaşılabilir; sadece derinlemesine düşünülmediği için anlamsız bulunan ve kolaylıkla alaycı tavırla yaklaşılan konuların aslında ciddi olarak nitelenebilecek durumda olması incelenebilir, neden ciddi davranarak mutlu olamayacağımız önyargısı ortaya çıkmış olabilir sorusu ve gerçekten ciddiyetle mutlu ve heyecanlı olunabiliyor mu sorusu sorulabilir.

Herkesin bu hayatta baş etmekte zorlandığı farklı zayıflıkları var. Yani bu demek oluyor ki farklı kişilerin aynı konular ile ilgili bakış açısı ciddiyet açısından farklı olabiliyor. Bir kişinin önemsiz gördüğü bir konu diğer kişi için onun canını acıtabilecek kadar ciddi olabiliyor. Örneğin, Cast Away filminde ana karakter ıssız bir adaya düşer ve kargo uçağından saçılan paketleri hayatta kalabilmek için açar. Sadece bir tanesini açmamıştır ve adadan kurtulduğunda paketi sahibine ulaştırır. Paketin içinde ne olduğunu bilmeyen ana karakter filmin başka bir versiyonunda paketi ulaştırdığı kadına pakette ne olduğunu sorar. Kadın, “GPS bulucu, olta, su arıtıcı, biraz tohum ve sadece bir uydu telefonu. Aptalca şeyler…” cevabını verir. Dikkat edilirse, adadan kurtulmasını sağlayabilecek bu eşyalar ana karakter için hayati önemdedir. Ana karakterin yaşadıklarından bihaber kadın ise bu eşyaları ciddiye bile almamaktadır. Kadının ana karakterin yaşadıklarını öğrenseydi ortaya çıkacak şaşkınlığından yola çıkarak ciddiye alınmayan ve alay edilen her şey potansiyel olarak ciddi ve varoluşsal bir mesele haline gelebileceği sonucuna ulaşabiliriz.

Öte yandan ciddi bir hayatın mutluluk ve heyecandan uzak bir hayat olduğu fikri; sert ve gülümsemeyen kişilere ciddi sıfatı yakıştırıldığı için ciddiyet kavramını bu bağlamlardan bağımsız düşünemememiz nedeniyle ortaya çıkmış olabilir. Ciddiyet kavramının ortak bilinçte neden yanlış anlaşılmış olabileceğini iki bağlamı birleştirerek anlayabiliriz. İlk olarak Doğan Cüceloğlu’nun toplumun kuralları uygulaması konusunda bahsettiği iki sistem vardır: Değerler sistemi ve Korku sistemi. Korku sistemi; güçlü olanın sözünün geçtiği, asık suratlı kişilerin güçlü olduğunun düşünüldüğü ya da yüksek mevkideki kişilerin sözlerinin dinlenmesini istiyorlarsa sert ve korkunç görünmeleri gerektiklerini düşünmeleri gibi korku ile yönetme temelli bir sistemdir. Değerler sistemi ise işlerin yürümesi için korkunun değil sevginin ve değerler bilincinin var olduğu, insanların mevkileri ne olursa olsun sözlerini dinletmek için sert olmak zorunda olmadığı ve herkesin birbirine saygı ve anlayışla yaklaşabildiği bir sistemdir. İkinci olarak; ciddiyet kavramı gerçek olanlar, üzerinde durulması gerekilenler, bir işi devam ettirmek kavramları ile ilişkilidir. İş hayatının ve herhangi bir yönetici-çalışan, öğretmen-öğrenci vs. ilişkisinde ise işleri yolunda tutmak, işleri devam ettirmek temel unsurdur. Sonuç olarak; ikinci bağlamdaki işlerin yürütülmeye devam edildiği her yerde ilk bağlamdaki korku sistemi yerleşik olduğu için işlerin yürütülmesi ile ilişik ciddiyet kavramı toplumun ortak bilincinde mutsuz ve somurtkan olmak olarak yer etmiş bulunuyor.

Cüceloğlu’nun heyecanlı ve anlamlı bir yaşam için “savaşçı” olmayı anlattığı kitapta Öğretmen Arif Bey ile Doğan Bey konuşuyorlar. Savaşçının stratejik kararlar alarak yaşaması, savaşçının hiçbir şeyin müptelası olmaması gibi özelliklerinden konuşurlarken Arif Bey, “Bütün bunlar insana muazzam bir sorumluluk bilinci getiriyor. İnsan bir süre sonra bu tür bir yaşamdan bıkmaz mı, yorulmaz mı?” der. Doğan Bey ise, “Bunlar size çok mu ciddi geliyor?” diye sorar. Öğretmen olması konusunda yakınlarından destek görmeyen ve anlamlı gördüğü için bu konuda doğal olarak savaşçının yoluna giren ve bir duruş ortaya koymak isteği nedeniyle Doğan Bey ile tüm kitapta geçtiği gibi konuşmalar yapan Arif Bey, “ Evet, ben kendimi her şeyden uzaklaştırıp, yat kalk, öğretmen olmayı mı düşüneceğim?” cevabını verir. Doğan Bey, “ Aslında savaşçının yaşamı cıvıl cıvıl ve mutlulukla dolu, enerjik, canlı ve çok hareketli. Ve hiçbir mecburiyet duygusu yok.” der. O ise, “ Bu kadar şartlı şurtlu bir hayat nasıl oluyor da, bu kadar cıvıl cıvıl mutlulukla dolu, enerjik, canlı ve çok hareketli oluyor?” diye sorar. Bunun üzerinde Doğan Bey, Arif Bey’den bir sonraki buluşmadan önce bir çocuk bahçesinde veya başka bir yerde, yarım saat kadar çocukların oyun oynayışını gözlemlemesini, sadece onlar nasıl oynuyorlar gözlemesini ve bütün ayrıntıları fark etmeye çalışmasını ister ve bir sonraki buluşma için anlaşıp ayrılırlar.

Bir sonraki buluşmada Çamlıca Tepesinde buluşan Arif Bey ile Doğan Bey manzara ile çevrili bir yere otururlar. Doğan Bey, Arif Bey’e çocukları oyun oynarken gözleme fırsatı bulup bulmadığını sorar. Arif Bey gülerek bulduğunu söyler. Doğan Bey, nelerin farkına vardığını sorar ve Arif Bey anlatmaya başlar, “ Yarım saat gözlemle dediniz, ben kendimi alamadım, belki bir saatten daha fazla çocukların oyunlarını seyrettim. Her şeyden önce son derece canlı, neşeli, ve katılımcıydılar. Oynadıkları oyundan büyük zevk alıyorlardı. Akıllarından geçeni hemen konuşuyorlar ve hemen uygulamaya geçiyorlardı.” der. Devam eder, “ Birkaç defa çocukları oyundan ayırarak eve götürmek isteyen büyüklere direnç gösterdiler; eve gitmek istemiyorlar, oyuna devam etmek istiyorlardı. Dikkatimi çeken şeylerden biri de, aralarındaki çatışmalar genellikle oyunun kuralı şöyle mi, yoksa böyle mi yorumundan kaynaklanıyordu. Oyunun kuralı konusunda hemfikirliğe varıldıktan sonra büyük bir enerji ve ciddiyetle oyuna devam ediliyordu.” Doğan Bey, “ Arif Bey, ilginç bir kelime kullandınız, çocukların oyununu anlatırken ‘büyük bir enerji ve ciddiyetle’ dediniz. ‘Ciddiyet’ kelimesi dikkatimi çekti.” der. Arif Bey, “ Gerçekten oyun oynarken ciddi bir iş yapan insan edası vardı hepsinde. Yani oynadıkları oyunu, yaptığı işi ciddiye alan bir insanın tavrı içinde oynuyorlardı.” der. Konuşmanın devamında çocukların coşkulu bir mutluluk halinde olduklarından ve çocukların oyunu başkaları istediği için değil kendileri istedikleri için oynadıklarından bahsederler. Savaşçının yaptığı da budur, o gerçekten istediği şeye karar verir ve stratejik bir yaklaşımla ve sabırla karar verdiği şeyi yapar ve ölümün varlığı ve onu kabullenmiş olması aslında her an aklında olduğu için her anın eşsizliği ve değerliliğini bilerek bilinçli bir şekilde heyecan ve mutlulukla eylemini sürdürür, pişmanlık duymaz. Bu savaşçı ruhu doğduğumuzdan itibaren doğal olarak mı geliyor bize acaba? Sonrasında ise zamanla dünyaya olan heyecanımız ve merakımız neden dolayı sönüyor? Ciddiyet konusuna gelirsek heyecan ve eğlence her şeyi görmezden gelip alay etmeden de mümkündür sonucuna ulaşabiliyoruz.

Özetle; önemsiz görülen ve düşünmeden alay edilen durumların bir başka açıdan hayati bir öneme sahip olabileceği sonucuna varılabilir, insanlar ciddiyet dendiğinde geri adım atıyorlar çünkü insanların işleri yolunda tutmak ile somurtkan olmayı özdeşleştirmesi nedeniyle mutlukla dolu davranan kişilerin ciddi olamayacağı ya da mutlu olmak için hayatı ciddiye almamak gerektiği gibi önyargılar oluşmuş durumdadır ancak önyargılar aşıldığında ciddiyetle mutlu olunabileceği sonucuna ulaşılabilmektedir.

Kaynakça: https://youtu.be/_oo4obD9qZI?si=9nszuxSDV0HZ2hbm , Cüceloğlu, Doğan. Savaşçı. Sistem Yayıncılık, 1999

Düşünce